Saadet Hamburg’tan Bir Tarih Hizmeti: Dr. Latif Çelik’le Almanya’da Üç Asırlık Kültür İzlerimiz

Dr. Latif Çelik, Saadet Avrupa Hamburg Bölge Merkezi’nde düzenlenen “Almanya Coğrafyasında Kültür İzlerimiz” konferansında, Almanya-Türkiye tarihî ve kültürel bağlarını kapsamlı şekilde ele aldı. Etkinlik, Türk-Alman ilişkilerinin kökenlerine ışık tutarken, tarih bilincinin önemini vurguladı.

♦♦ Ahmet Durmuş

HAMBURG HABER Saadet Avrupa Hamburg Bölge Merkezi tarafından düzenlenen “Almanya Coğrafyasında Kültür İzlerimiz” ve “Üç Asırlık Dostluğun Kültür Tarihi Analizi” başlıklı konferans, büyük bir ilgiyle karşılandı. Panelin konuşmacısı, İKG Enstitüsü Başkanı, araştırmacı-gazeteci ve tarihçi-yazar Dr. Latif Çelik oldu. Etkinlik, Saadet Hamburg’un yeni bölge merkezinde, Stenzerling 14 B adresinde,  gerçekleşti.

Saadet Hamburg üyeleri, STK başkan ve temsilcilerinin katıldığı, saat 15:00’te başlayan programın moderatörlüğünü Saadet Avrupa Hamburg Bölge Merkezi Kültür ve Halkla İlişkiler Sorumlusu Ahmet Avcı üstlendi. Avcı, açılış konuşmasında şunları söyledi:

“Öncelikle sizleri saygı, sevgi ve muhabbetle selamlıyorum. Saadet Hamburg teşkilatımızın kıymetli üyeleri, değerli misafirlerimiz ve kıymetli hocamız; konferansımıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Bugün burada bizlerle olduğu için kıymetli tarihçi Dr. Latif Çelik’e özellikle teşekkür etmek istiyorum. Şimdi sözü, selamlama konuşmasını yapmak üzere teşkilat başkanımız Sayın Salih Demirci’ye bırakıyorum.”

“Geçmişini Bilmeyen Milletler Geleceğini İnşa Edemez”

Ardından kürsüye çıkan Saadet Avrupa Hamburg Bölge Başkanı Salih Demirci, kısa ama anlamlı bir konuşma yaptı:

“Saygıdeğer misafirler, kıymetli sivil toplum kuruluşlarının başkan ve temsilcileri, değerli basın mensupları; öncelikle hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Bugün Hamburg’da alışılmışın dışında sıcak bir hava var. Böyle bir günde serin bir gölgede dinlenmek varken bu anlamlı programa katılım sağlamanız, tarihimize ve kültürümüze verdiğiniz önemin en güzel göstergesidir. Her birinize gönülden teşekkür ediyorum.

Bugün sadece bir konferansta değiliz; aynı zamanda ortak tarihimize, köklerimize ve kültürel kimliğimize dair önemli bir farkındalığı birlikte yaşıyoruz. Böyle anlamlı bir buluşmaya ev sahipliği yapmaktan onur duyuyoruz.

Saygıdeğer hocamız Dr. Latif Çelik, yaklaşık yarım asırdır Almanya’da Türk-Alman ilişkilerini arşiv belgeleri üzerinden inceleyen kıymetli bir tarihçidir. Osmanlı’dan günümüze uzanan bu çok katmanlı ilişkiyi akademik düzeyde ele alması, sadece tarihçilik değil, aynı zamanda bir medeniyet bilincidir.

Milli Görüşçüler olarak bizler, köklerini unutmayan, kimliğini koruyan ama evrensel değerlere de açık bir toplum inşasına inanıyoruz. Medeniyet değerlerine sahip çıkmak, yalnızca tarihî bir görev değil; bugünün sorunlarına karşı ahlaki ve kültürel bir duruştur.

Sayın Dr. Latif Çelik’in sunacağı bu konferans, Türk-Alman ilişkilerinin teknolojik yönlerinin ötesinde insani, kültürel ve vicdani boyutlarına da ışık tutacaktır. Katılımlarınız için her birinize teşekkür ediyor; kıymetli katkıları için Sayın Dr. Çelik’e de en içten şükranlarımı sunuyorum.

Dileğimiz, bu tür çalışmaların toplumumuzda tarih bilinci, kültür farkındalığı ve medeniyet şuuru oluşturmasıdır. Çünkü inanıyoruz ki geçmişini bilmeyen milletler geleceğini inşa edemez. Bizler geçmişi bilmekle kalmayıp, onu ihya etmeye ve geleceğe taşımaya talibiz.”

Konuşmasının sonunda Dr. Latif Çelik’i sahneye davet eden Salih Demirci, “Sözü daha fazla uzatmadan kıymetli hocamıza bırakmak istiyorum. Buyurun hocam,” diyerek kürsüyü devretti.

Dr. Latif Çelik’ten Tarih Dolu Bir Panel: “Almanya Coğrafyasında Kültür İzlerimiz”

Almanya’da yaşayan araştırmacı-gazeteci ve tarihçi-yazar Dr. Latif Çelik, “Almanya Coğrafyasında Kültür İzlerimiz” başlığı altında verdiği konferansta, katılımcıları adeta bir tarih yolculuğuna çıkardı. Konuşmasında Almanya-Türkiye ilişkilerinin yüzlerce yıla dayanan geçmişini, göç sürecinin bilinmeyen yönlerini ve kültürel etkileşimleri çarpıcı örneklerle anlattı.

Konuşmasına dinleyicileri “Ümmet-i Muhammed’i saygıyla selamlıyorum, hepiniz hoş geldiniz.” sözleriyle başlayan Dr. Çelik, Almanya ile Osmanlı arasındaki ilişkilerin 1961’den çok daha önce başladığını vurguladı ve ”Bugün burada sadece göçten, işçilikten ya da istihdamdan değil; aynı zamanda kültürden, tarihten ve kimlikten konuşmak üzere bir araya geldik” dedi.

“Osmanlı, Batı ile iş birliği yaparak teknolojiyi almak istiyordu ve bu noktada Almanya’dan başka bir seçenek yoktu. Aynı şekilde Almanya da İslam coğrafyasına girmek ve ilişkilerini geliştirmek için Osmanlı ile iş birliği yapmak zorundaydı. Yani Türk-Alman ilişkileri sadece göçle başlamadı, kökleri çok daha derinlerde.”

“Tarihimizi Sahiplenmezsek İşçi Kimliğine Mahkûm Oluruz”

Dr. Çelik, pek çok Türk’ün ve hatta bürokratın bile Almanya ile ilişkilerin 1961’de başladığını zannettiğini belirterek, şunları söyledi:

“Kendi tarihini bilmeyen bir toplum, başkalarının yazdığı tarihle yaşamak zorunda kalır. 1961’de gelen işçilerle başlayan bir hikâye değil bizimkisi. Eğer biz kendi tarihimize sahip çıkmazsak, çocuklarımız ve torunlarımız da sadece ‘işçinin çocuğu’ kimliğiyle anılır. Oysa gerçek çok daha farklı.”

Bu bağlamda kendi başından geçen ilginç bir olayı da aktardı:

“1980’de Almanya’ya öğrenci olarak geldim. Ancak başkonsolosluk bana otomatik olarak ‘işçi’ statüsü vermişti. Bunu düzelttirmek için lise diplomam dahil pek çok belge istediler. Halbuki Almanya’daki üniversite bunları bile sormamıştı. Bu da gösteriyor ki, kendi kurumlarımız bile bizi işçi kategorisinden çıkarmakta zorlanıyor.”

“Komünistlik Bulaşır Diye Camları Kapatan İnsanlar Gönderdik”

Konuşmasında, birinci nesil göçmenlerin bilgi ve donanım eksikliğiyle neler yaşadığını anlatan Dr. Çelik, dinleyicileri hem duygulandırdı hem de düşündürdü. Bulgaristan üzerinden Almanya’ya trenle geçen bir işçinin anlattıklarını şöyle aktardı:

“Alman yetkililer, ‘Birazdan Bulgaristan’a gireceğiz. Komünist ülkedir, trenden inmeyin. Komünistlik bulaşıcıdır’ diye uyarmış. Türkçe tercüman da aynen çevirmiş. Bizim amca da anlatıyor: ‘Camları kapattık, aşağıya bile bakmadık komünistlik bulaşmasın diye.’ Biz işte böyle insanları gönderdik Almanya’ya.”

“İlk Nesil Okuma Yazma Bile Bilmiyordu”

Dr. Çelik, ilk neslin büyük kısmının okuma yazma bilmediğini, gelen mektuplardan ve yaşanmış örneklerden aktardı:

“1980’de Almanya’ya geldiğimde, bir arkadaşım beni bir amcaya götürdü, elinde mektup vardı. Almanca sandım ama mektup Türkçeydi. Meğer amca okuma yazma bilmiyormuş. Ona Türkiye’deki eşi yazmış, o da muhtemelen okuma yazma bilmiyordu. Mektup hala bendedir.”

“Almanya İşçi Aramadı, Türkiye İşçi Göndermek İçin Uğraştı”

Göç anlaşmasının tek taraflı bir talep olmadığını vurgulayan Dr. Çelik, Türkiye’nin Almanya’ya iş gücü göndermek için ısrarcı olduğunu, Almanya’nın ise ilk başta isteksiz olduğunu belirtti:

“Rahmetli Fatih Rüştü Zorlu, Almanya’dan işçi almasını talep etti. İlk başta cevap bile verilmedi. Sonra, İtalya ve İspanya gibi ülkelerle rekabet olmaması gerekçesiyle reddedildi. Ancak ABD’nin baskısıyla Almanya, Türkiye ile de iş gücü anlaşması imzalamak zorunda kaldı.”

“İnşaatın 10. Katında Türk Vardı, Sanat Okulları Öncelikli Gönderildi”

1950’li yıllarda, Almanya’nın işgücü ihtiyacı kapsamında Türkiye’den gelen insanlar arasında sadece beden gücüyle çalışanlar değil; mesleki eğitimi olan, özellikle Endüstri Meslek Liseleri mezunları da vardı. Mühendislerin az olduğu bu dönemde, Türkiye’den gelen vasıflı işçiler Almanya’nın sanayi çarkına önemli katkılar sundular.

1957 yılında, dönemin Almanya Cumhurbaşkanı Theodor Heuss’un Türkiye Başbakanı Adnan Menderes ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar’la kurduğu yakın ilişkiler sayesinde, henüz resmi işgücü anlaşması imzalanmadan önce 200 meslek lisesi öğrencisi Almanya’ya getirildi. Bu öğrenciler, Alman kamuoyunda “Heuss-Türken” olarak anıldılar. İki yıl önce vefat eden son Heuss-Türke ile şahsen tanışma ve görüşme fırsatım oldu. Bu insanlar Almanya’ya sadece çalışmaya değil, aynı zamanda iki ülke arasında bir köprü olmaya geldiler.

Göç sürecinde Almanya’nın en ağır işleri Türk işçilerine yaptırdığını söyleyen Dr. Çelik, özellikle meslek sahibi olanlara öncelik verildiğini, sanayi eğitimi almış gençlerin özellikle tercih edildiğini anlattı:

“Endüstri Meslek Liseleri yani sanat enstitülerinin mezunlarına öncelik verildi. Çünkü en ağır işler onlara yaptırıldı. Kanalizasyondan, yüksek bina inşaatlarına kadar pek çok işin yükü onların omzundaydı.”

Tarih: Masal Değil, Ders Kaynağıdır

Değerli dostlar, tarih yalnızca olmuş bitmiş olaylar yığını değil, geleceği inşa etmenin temel taşıdır. Aynı bir sürücünün dikiz aynasına zaman zaman bakarak güvenle yola devam etmesi gibi, toplumlar da geçmişlerini bilerek ilerleyebilir.

Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler yalnızca diplomatik veya askeri ilişkilerden ibaret değildir. Eğitim, hukuk, şehircilik, kültür ve sanayi gibi birçok alanda bu ilişkiler derin izler bırakmıştır. Osmanlı’nın modernleşme çabalarında, Prusya ve Alman İmparatorluğu’nun rolü büyüktür. Askeri okullar, vergi sistemleri, teknik eğitim alanında Alman etkisi, hem Osmanlı hem de Cumhuriyet döneminde etkili olmuştur.

Almanya’da Kültürel Kimlik ve Tarihi Bilinç

Bugün Almanya’da yaşayan Türk toplumunun birinci, ikinci, hatta üçüncü kuşağı olarak burada bulunuyoruz. Bu kuşakların kültürel kimliğini koruması ve özgüvenli bireyler olarak yetişebilmesi için tarih bilinci şarttır.

Ne kadar tarihini biliyorsan, geleceğe o kadar güçlü bakabilirsin. Bugün Almanya’da büyüyen bir Türk gencinin, sınıf arkadaşına “Türk-Alman ilişkileri yalnızca göç hikayesi değildir” diyebilmesi büyük bir özgüvendir. Bu bilinç, hem entegrasyonu hem de toplumsal saygınlığı beraberinde getirir.

Geçmişin Sessiz Tanıkları: 1933-45 Türkiye’ye Göç Eden Alman Akademisyenler

Nazilerden kaçan ve 1933-45 yılları arasında Türkiye’ye gelen Alman akademisyenler, sadece Türkiye’ye sığınmadılar; aynı zamanda Türk üniversitelerinin temellerini attılar. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin kurucularından Prof. Dr. Ernst Reuter’in oğlu Edzard Reuter ile birebir görüştüm. Bu kuşak, Türkiye’yi bir ikinci vatan olarak gören ve karşılıklı kültürel mirasa saygı duyan insanlardı.

Bana babasından kalan 12 sayfalık bir ders notunu hediye etti. Konu: “Ankara’nın mesken meselesinin halli.” Notlar Türkçe yazılmıştı. Çünkü anlaşma gereği, Alman akademisyenler iki yıl içinde Türkçe öğrenmek ve derslerini Türkçe vermek zorundaydı. Bu, eğitimde karşılıklı özverinin ve kültürel yakınlaşmanın en güzel örneğidir.

Tarihten Kültüre, Kültürden Kimliğe

Tarih bilinci sadece bir toplumun geçmişini bilmesi değildir; aynı zamanda o toplumun geleceğe dair hedeflerini şekillendirmesidir. Bugün Hamburg’da kaç gencimiz İş Bankası’nın 1932’de burada üç şube açtığını biliyor? Oysa bu bilgi, Cumhuriyet’in ekonomik vizyonunun bir yansımasıdır.

Bu gibi örnekler, kültürel hafızamızın yeniden canlandırılması açısından önemlidir. Kültür, kimliğin taşıyıcısıdır. Bir kültür bilinçli şekilde aktarılmazsa, kimlik erozyona uğrar.

Sonuç: Türk-Alman İlişkileri, Ortak Geleceğe Katkıdır

Bugün Almanya’da yaşayan 3 milyonu aşkın Türkiye kökenli insan, bu iki ülkenin geleceğinde aktif bir rol oynayabilir. Her yıl Türkiye’ye giden milyonlarca Alman turisti ve Türkiye’den gelen binlerce öğrenci, bu ilişkileri daha da kuvvetlendirme potansiyeli taşımaktadır.

Bu salonda bulunan bizler, çocuklarımız ve torunlarımız, bu kültürel köprülerin birer taşıyıcısıyız. Tarihi ve kültürü birlikte ele alırsak, sadece geçmişimizi değil, geleceğimizi de sağlam temellere oturtabiliriz.

1960’lara kadar Almanya’ya gelen Türkler hâlâ Osmanlı kimliğiyle görülüyordu. Würzburg’da Siemens bahçesinde kılınan ilk Cuma namazına yaklaşık 27 kişi katıldı ve Almanlar da bunu takip etti. İngilizler, Almanya’daki Türklerin durumuna baskı yaparken, II. Dünya Savaşı sırasında Hitler Türk isimlerini ve Türkiye’nin etkisini silmeye çalıştı.

O dönemde Türkiye siyasetinin izlediği politikalar oldukça tartışmalıydı. İnönü, İngiltere’nin baskılarıyla Almanya’ya karşı bir denge politikası yürüttü. Türkiye’nin donanması zayıftı; batmak üzere olan yaşlı gemiler başka ülkelerden kiralanıyordu. İnönü, Almanya’ya karşı bir tarafsızlık politikası izlendi, ancak bu süreçte ülke birçok zorlukla karşı karşıya kaldı.

Daha sonra, İngiltere Başbakanı Winston Churchill’in baskıları yoğunlaştı. İstanbul’dan Ankara’ya uzanan diplomasinin zorlu yılları, Adana yakınlarındaki Yenice Tren İstasyonu’nda gerçekleşen tarihi bir görüşmeyle sona erdi. Türkiye, dikkatli ve dengeli bir dış politika ile uzun savas yillari boyunca İngiltere-Almanya arasında hassas bir denge kurmayı başararak, bu kirli savaşa doğrudan dahil olmaktan kurtuldu.

Tarih bilmek ve anlamak çok önemlidir. Yazılı kaynaklar, kronikler ve araştırmalar Türk-Alman ilişkilerinin derin ve zengin geçmişini ortaya koyuyor. Bu çalışmalar, devlet desteği olmadan bile sürdürülebilir.

Bir grup tarihçi arkadaş ile birlikte “Kültür Tarihi ve Entegrasyon Araştırmaları” (IKG) enstitüsünü kurdum. Bu alanda 12 kitap yazdım ve şu anda Türk-Alman kroniği üzerinde çalışıyorum. Almanya ile İngiltere, Fransa gibi ülkeler arasındaki tarihi ilişkiler nasıl belgeleniyorsa, Türklerle Almanya arasındaki ilişkiler de detaylı şekilde inceleniyor.

Korona döneminde bilgisayar başında yoğun çalışma yaptım. Devlet desteği eksikliği nedeniyle projeler zorlukla ilerliyor. Bazıları hâlâ “Almanya’da Türkler yoktu” diyebiliyor ama tarih bunun tam tersini gösteriyor.

Yazma sürecinde karşılaştığım zorluklara rağmen, bu çalışmaların unutulmaması ve gerçeklerin geleceğe aktarılması çok önemli. Devlet desteği olmadan, Güney Almanya’daki mahalli gazetelerimden gelen gelirle tarih çalışmalarımı finanse ediyorum.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.

Konferansın sonunda katılımcılardan gelen sorular cevaplandı, etkinlik fotoğraf çekimi ile sona erdi.

Dr. Latif Çelik Kimdir?

Dr. Latif Çelik, araştırmacı-gazeteci, tarihçi ve yazar olarak Almanya-Türkiye ilişkileri, kültür tarihi ve entegrasyon konularında uzmanlaşmıştır. İKG Enstitüsü’nün (Kültür Tarihi ve Entegrasyon Araştırmaları Enstitüsü) kurucusu ve başkanıdır. Yarım asrı aşkın süredir Türk-Alman tarihini arşiv belgeleri, belgeler ve saha araştırmalarıyla inceleyen Dr. Çelik, bu alanda 12’den fazla kitap kaleme almış ve sayısız makale yayımlamıştır. Türkiye ve Almanya arasında kültürel köprüler kurmayı hedefleyen çalışmaları, akademik ve toplumsal çevrelerde büyük saygı görmektedir. Halen Türk-Alman kroniği üzerine kapsamlı bir araştırma yürütmekte, aynı zamanda gazetecilik faaliyetlerine devam etmektedir.

Foto: Soldan sağa: Ahmet Avcı, Salih Demirci ve Dr. Latif Çelik.

Saadet Hamburg Teşkilatı Başkanı Salih Demirci, Türk tarihine yaptığı katkılardan dolayı Dr. Latif Çelik’e bir hediye takdim etti.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir