Konuk Yazar: Esma Arslan
Göçmen yazarlığının zor ve sanıldığından zahmetli olduğu hep söylenir. Ama göçmen kadın yazarlığının daha da zahmetli olduğuna nedense kimseler değinmez. İş, güç, ev, çoluk çocuk, zamansızlığın her türü yetmezmiş gibi üstüne üstlük bir de oturup kafa yormak, fikir üretmek, sayfalar dolusu yazılar yazmak, kolay diyen denesin derim. Tarih boyunca kadının ana tanrıça olduğu evrelerden bugüne bakıldığında onun etrafını güzelleştiren, toparlayan, düzeltip geliştiren olduğunu gözlemleriz. Bunun etkisini ben ilerleyen yıllarda göçmen edebiyatında da yeteri derecede göreceğimize eminim.
Alman nüfusunun yüzde onunu göçmen kadınların oluşturduğunu Alman kaynakları belirtiyor (Deutsche Welle). Genel anlamda kadın olmak dünyanın her yerinde zor iken üstüne üstlük bir de gurbet ellerde, yabancı diyarlarda bunun zorluğu katmerlenerek artar. Bunda ana etkenler kültürel alt yapının ne durumda olduğu, yetiştiği aileden aldığı değer yargıları, ailede üstlendiği roller, yetersiz dil ve olmayan meslek eğitimi de bunlara eklenince sorunlu ortamın daha da sorunlu bir hale geldiğini görmek gerek. Her şeyden önce göçmen kadınların yazarlığa el atmaları da en çok yaşadıkları travmaların, otobiyografik konu ve sorunların dile getirilmesinden başka bir şey değil. Yazmanın tedavi eden, iyileştiren, güçlendiren yanlarını görmek gerek. Buna sanatın diğer dallarında da rastlamak mümkün.
Maalesef Almanya’nın kültür ve edebiyat politikalarında yüzde on oranındaki göçmen kadınlarına yönelik, kendi ana dillerinde yazmalarını teşvik eden veya destekleyen hemen hiçbir çalışma yok. Bir Almanca yazın dayatması var ki anlaşılır gibi değil. Hadi bir dili onca olumsuz koşula rağmen birkaç yılda çat pat da olsa öğrendiniz. Ama o yeni öğrenilen dille kim edebiyat yapabilir. Bir dile egemen olmak insanın yıllarına mal olurken o dilde kitap yazabilecek seviyeye gelebilmesi ne kadar zaman ister varın siz hesaplayın.
Edebiyat dildir. Dayatmalar aslında sen edebiyat yapma demektir. Yani demek istediğim göçmen kadın yazarlığının onca sorunun üstüne, ataerkil anlayışın üzerine bir de Alman sanat ve kültür dünyasının dayattığı bu zorlukla da uğraşması durumu vardır. Türkiye’deki edebiyat çevresi Almancı diye zaten dilinizi yetersiz bulur. Yani ne orada, ne de burada bir sahip çıkanınız, bir destekçiniz var. Kendi yağınızla kavrulmaya hazır olmanız gerekir.
Kısaca toparlayacak olursam göçmen kadın yazar aslında dört bir yandan kuşatılmıştır. Bunların yanına bir de olmayan okuru eklediğinizde alın size evlere şenlik dedikleri curcuna. Buna rağmen hala yazmakta diretenlere helal olsun denmez de ne denir? Bu iş tutku ile, sevgi ile olmasa yapılabilir mi, inatla sürdürülebilir mi sorarım? Bunda art niyet arayanlar hasta ruhlu tiplemeler değil de kim olabilirler?
Aslında bu konu, yani göçmen kadın yazarlar konusu çok boyutlu bir mesele. Özellikle kadın çalışmalarına yönelik sosyal faaliyetler ve destekler de öyle azımsanacak, küçümsenecek boyutlarda değil. Ama bunlar arasında kültürel ve sanatsal faaliyetler yok denecek kadar az. Oysa sağlıklı bir annenin, eşin sorunlarının çözümü bazen koca bir aileyi sorunlardan uzaklaştırmak, düzlüğe çıkmak anlamına gelebilir. Sonrasında bunlar uyumsuz diye saldır dur göçmene.
Bu konu neden bilmiyorum meslektaşım kadın yazarlar tarafından da pek dile getirilmez. İnsanlar daha çok yazılarıyla, metinleriyle, mevcut sorunlarıyla meşguller. Bu tür konulara harcayacak ne zaman, ne de enerji mevcut. Zaten herkes bu konuda karamsar. Genele egemen olan mantık ve anlayış böyle gelmiş böyle gider zihniyeti. Nedense kimseler sürece müdahale etme ihtiyacı duymaz. Belki buna zamanları veya enerjileri de olmayabilir bilemiyorum. Ama birilerinin bu konuda da bir şeyler yapması gerekmez mi? Politikacılarımız var mecliste ondan fazla ama edebiyatla bağları misafir davetli olmaktan öteye ne yazık ki gidemiyor. Edebiyatçıların, yazar kadınların sorunları diye bir sorun olduğundan bu politikacılarımızın çoğunun haberleri bile yoktur eminim. Oysa onların da ele aldıkları çalışma konularının bir çok noktadaki kilit noktası kadınlardan geçmiyor mu? Kadınlar güçlendikçe bunun çevrelerine etkileri daha olumlu olmuyor mu? Sanat, özellikle edebiyat, yazmak, kitap insanı ve bilincini güçlendiren malzemeler değil mi?
Kim ne derse desin, dışımızda ne olursa olsun biz yazmaya devam edeceğiz. Yazmak ve anlatmak insani en büyük ihtiyaçlardan biridir. Buna kimseler engel olamaz. Dereler akar yatağını bulur derler, bunu hep söylüyorum. Bizim işimiz, gönlümüzden geçeni yazmak. Gerisi kendiliğinden gelir. Biz bunlara belki yaşarken şahit olamayabiliriz ama yazılanlar tarihi kanıt niteliğindedirler ve kalıcıdırlar. Ortada varsa bu konuda bir ayıp, bunun sorumlusunun biz göçmen kadın yazarların olmadığı kesin.
Tüm yazılar: Esma Arslan