Almanya’da kadın cinayetlerine ömür boyu hapis talebi

“Bu çok aşağılık bir cinayet. Bu nedenle ömür boyu hapis cezasına mahkum edildiniz.”

Berlin’de geçen ay sona eren Maryam H. davasında yargılanan iki kardeş hakkındaki mahkumiyet kararını hakim Thomas Groß bu sözlerle duyurdu.

İki çocuk annesi Maryam H., Temmuz 2021’de yaşadığı Berlin’de birden bire ortadan kaybolmuş, parçalanmış cesedi üç hafta sonra yüzlerce kilometre ötedeki Donauwörth kentinde bulunmuştu. Kamera kayıtları ve ipuçları, Maryam’ı kardeşleri Yousuf ve Mahdi’nin pusu kurarak öldürdüğünü, cesedini parçaladığını, büyük bir valize koyarak hızlı trenle yüzlerce kilometre ötedeki Donauwörth kentine götürüp gömdüğünü ortaya çıkardı.

Mahkeme heyetinin, Afgan ailenin dini ve kültürel değerler yapısına ilişkin bilirkişileri de dinlediği davada, 34 yaşındaki iki çocuk annesi Maryam’ın 16 yaşında zorla evlendirildiği, yıllarca şiddet gördüğü eşinden ayrılmasıyla ailesinin sert baskısına maruz kaldığı, yeni bir erkek arkadaş edinmesiyle bu baskının hakkında ölüm kararına dönüştüğü ortaya çıktı.

Hakim Groß, “Burada söz konusu olan sizin eskimiş aile yapınızda hangi değerlerin geçerli olduğu değil, Almanya’da neyin geçerli olduğudur” dedi ve Almanya’da insan hakkının geçerli olduğunu söyleyerek, “sözde namus kavramları geçmez” dedi.

Maryam H. vakasında suçlular, polisin ortaya çıkardığı kanıtlarla birlikte planlanmış cinayetten yargılandı ve mahkum edildi. Ancak uzmanlar, pek çok kadın cinayetinin eşi, eski eşi, hayat arkadaşı veya aile üyeleri tarafından, kadın olmasıyla bağlantılı sebepler gerekçe gösterilerek işlenmesinin çoğunlukla cinayet değil öldürme suçu olarak yargıya taşındığı eleştirisini getiriyor.

Hukukçu Memet Kılıç, öldürme suçunun Alman Ceza Kanununun 212’nci maddesinde, suçun daha ağır ceza verilmesini gerektiren nitelikli hali olan cinayetin de 211’nci maddesinde de düzenlendiğini belirtiyor. Öldürmenin cezasının 5-15 yıl hapis cezası olduğunu, sadece çok ağır nitelikli öldürmede müebbet cezası verildiğini, cinayet ve nitelikli cinayette ise ömür boyu hapis cezasının kanunda öngörüldüğünü söylüyor. Cinayet suçunun zaman aşımına da uğramadığını hatırlatan Kılıç, öldürme suçunda ise 20 yıl sonra zaman aşımı tehlikesi bulunduğunu aktarıyor. Dolayısıyla iktidar ortağı Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) istediği gibi kadın cinayetleri nitelikli cinayet olarak yargıya taşınırsa zaman aşımı ortadan kalkarken, hapis cezasının da müebbet olması mümkün hale gelecek.

Femizid vurgusu ve ağır ceza talebi

Başbakan Olaf Scholz’un partisi Sosyal Demokrat Parti’nin hukuk politikaları sorumluları, cinsiyetin belirleyici rol oynadığı ve ölümle sonuçlanan kadına yönelik şiddetin kayıtlara femizid (kadın cinayeti) olarak geçmesini ve zanlıların da adam öldürme değil nitelikli cinayetle yargılanmasını ve ağır cezalara çarptırılmasını talep eden bir tedbirler kataloğu hazırladığını açıkladı. Partinin Meclis Grubu Hukuk Politikaları Sözcü Yardımcısı Carmen Wegge, femizidin kadınların kendi kaderini tayin hakkının ihlali olduğunu ve ataerkil sahip olma düşüncesine dayandığını söylüyor ve bunun kadın düşmanlığı, ayrımcılık ve cinsiyetlerin eşitliği ilkesinin ihlali olduğunu belirtip, hazırladıkları tedbirler kataloğu ile bunların nitelikli cinayet olarak görülmesini talep ettiklerini belirtiyor.

Wegge, kadınların partneri veya eski eşi ya da hayat arkadaşı tarafından katledilmesine ilişkin rakamların oldukça yüksek olduğu görüşünde. Almanya’da Federal Emniyet Teşkilatı’nın (BKA) verilerine göre 2015 yılında 135 kadın cinayeti kayda geçerken, 2016’da bu 155 ile en yüksek seviyeye ulaştı. 2019’da 117’ye gerileyen sayı pandemi yılında 139’a çıktı. 2021’de ise kayıtlara 113 olarak geçti.

Federal Aile, Yaşlılar, Kadın ve Gençlik Bakanlığı, DW Türkçe’ye verdiği demeçte, neredeyse her üç günde bir kadının Almanya’da hayat arkadaşı, eşi veya eski partneri ya da aile üyeleri veya üçüncü kişiler tarafından öldürüldüğünü belirtiyor. Bakanlık , kadına yönelik bu şiddeti “geleneksel, kadın düşmanı güç ilişkilerini veya kadını hiçe saymayı sürdürmenin yansıması” olarak niteliyor.

Sorumlu Bakan Yeşiller partili Lisa Paus da cinsiyetçi temelli bu kadın cinayetlerinin femizid olarak nitelenmesi gerektiği görüşünde. Geçen ay verdiği bir söyleşide Paus, “Benim için bunların tanımı açık. O kadınlar, kadın oldukları için öldürülüyor. Partneri veya eski eşi kadının üzerindeki gücünü kaybetmeye tahammül edemiyor. Bu nedenle bunlar benim için femiziddir (kadın cinayeti) ve siyasi tartışmada da aynen bu şekilde nitelendirilmelidir” diye konuştu. Bakan, partnerlikteki tecavüzün de ceza kapsamına alınmasının 1997’ye kadar sürdüğünü hatırlatıyor ve kadın cinayetlerinin de kadın cinayeti olarak nitelenmesinin ve gerektirdiği cezanın verilmesinin aynı zamanda bir toplumsal süreç olduğunun altını çiziyor.

Bakanlık, DW Türkçe’ye verdiği demeçte ayrıca mevcut yasal düzenlemelerin yargı organlarına halihazırda işlenen bir kadın cinayetini öldürme yerine gerekli şartlar varsa nitelikli cinayet olarak derecelendirme yetkisi verdiğini ve bazı mahkemelerin bu yetkiyi kullandığını da aktarıyor. Halen mecliste görüşülen reform paketinde de, cinsiyet temelli saiklerle işlenen cinayetlerin ceza belirlenirken özellikle dikkate alınmasını öngördüğüne dikkat çekiyor.

İlişki veya aile trajedisi diye zararsızlaştırıldı

Uzmanlar, uzun yıllar “ilişki krizi” veya “aile dramı” gibi nitelemelerle kadına yönelik şiddetin tehlikesizmiş gibi gösterildiğini, kadınların eşi, eski eşi veya erkek arkadaşı ya da aile üyeleri tarafından katledilmesinin, cinayete göre cezası düşük ve zaman aşımı tehlikesi olan öldürme suçu olarak yargıya taşındığını aktarıyor. Katilin duygusal dünyasındaki karmaşanın zaman zaman ceza azaltıcı faktör olarak görülmesi de eleştirilen önemli noktaların başında geliyor.

Leibniz Modern Şarkiyat Merkezi’nin feminizm araştırmacılarından Dr. Hilal Alkan, Sosyal Demokratların planını olumlu değerlendiriyor. Kadın cinayetleriyle ilgili en önemli meselenin bu cinayetlerin cezasız kalması ya da cezalarda tahrik iddiasıyla ciddi indirimler yapılması olduğunu da belirten Alkan, her ikisinin de cinayeti mümkün kılan toplumsal organizasyona, yani cinsiyet eşitsizliği ve erkek egemenliğine işaret ettiğini söylüyor. DW Türkçe’ye verdiği demeçte Alkan, bu cinayetlerin diğer cinayetlerden ayrıştırılmasının önemli olduğunu da savunuyor.

Feminizm araştırmacısı, “Bir cinayete kadın cinayeti demekle onu çevreleyen tüm sosyal çerçeveyi aşikar ediyoruz. Yani o cinayeti mümkün kılan erkeklik ve kadınlık algılarına, cinayet öncesinde kadını korumakta yetersiz kalan devlet kurumlarına, katili kollama potansiyeli olan polise, savcıya, hukuk sistemine karşı bir mücadele yürütüyoruz. Yoksa cinayetlerin önemli bir kısmı, yani erkeklerin erkekleri öldürdüğü durumlar da sıklıkla toplumsal cinsiyet düzenimizin sonuçlarından” diyor. Ancak Alkan’a göre öldürdükleri kadınlar olduğunda, erkekler korunup kollanıyor. “İşte bunu değiştirmesi açısından ben yasa teklifini olumlu buluyorum. Cinayetin arkasındaki toplumsal cinsiyet kökenli mazeretlerin hafifletici sebep olarak görülmeyeceğini deklare ediyor” değerlendirmesinde buunuyor.

Etnik, dini, sosyal veya kültürel köken rol oynuyor mu?

Uzmanlar etnik, dini, sosyal veya kültürel normlar farklı olsa da kadın cinayetlerinin her toplumda işlendiğine dikkat çekiyor ve bir dini, etnik, sosyal veya toplumsal gruba sıkıştırılamayacağını belirtiyor. Araştırmacı Alkan, “Bu cinayetleri ortak sorunumuz olarak ele almak ve hem cinsiyet eşitliğini hem de farklı toplulukların bir hukuk sisteminde eşit muamele görmesini sağlamak zorundayız” diyor ve Türkiye’de bir dönem tartışılan töre cinayetlerini hatırlatıyor:

“Ne zamanki biz çerçevemizi değiştirip kadın cinayetlerine bir bütün olarak bakmaya başladık, töre saikinin bulunduğu durumların denizde damla olduğunu farkettik.”

Peki cinayetlerin kadın cinayeti olarak derecelendirilesi, yasal düzenlemelerin buna uyumlu hale getirilmesi cinayetlerin engellenmesine etki ediyor mu?

Hilal Alkan, bu alandaki özel yasaların en erken yürürlüğe girdiği yerin Güney Amerika ülkeleri olduğunu, aradan yaklaşık 10 yıl geçmiş olmasına rağmen oradaki sayılarda da hala bir düşüş gözlenmediğini aktarıyor. Ancak Alkan’a göre, unutulmaması gereken en önemli nokta; kadın cinayetlerinin hep yaşanmış olduğu. “Biz onları görmeyi, ayırmayı ve saymayı bilmiyorduk. Şimdi gördükçe, ismini koydukça sayıların artması çok normal” diye de vurguluyor ve şöyle devam ediyor:

“Var olup da görülmeyeni her davada yeni bir siyasi mücadele vererek adlandırıyorsunuz. Bu isimlendirme çabası dediğim gibi öncelikle cezasızlıkla mücadeledir. Ancak bu kadın cinayetleriyle mücadelenin sadece bir ayağı. Feministler her yerde aynı zamanda bu cinayetleri mümkün kılan toplumsal düzenin değişmesi için de çalışıyorlar. Kadınların işte düşük ücret almasının kadın cinayetlerinden ayrı düşünülemeyeceğini anlatıyorlar mesela. Bu anlamda henüz elimizde mükemmel bir model olmasa da mücadelenin bir parçası olarak böyle yasa değişiklikleri önemli.” (Elmas Topcu /DWTürkçe)

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir