Aynur TANER
aynur@hamburghaber.de
Sınır tanımaz doktorlar gurubunun en genç üyesi olan Asya, Afganistan’ın tozunu toprağını üzerinden atmadan geldiği gecenin sabahı, hastaneye koştu.
Mesai saatinin başlamasına epey bir zaman vardı. Günlük gazetesini almak üzere caddenin karşısına geçti. On yıldır abonesi olduğu gazetesinden tam on beş gün ayrı kalmış, özlemişti gözü kulağı ve dili olan gazetesini. Gerçi internetten gündemi takip etmiş, dünyada ve kendi ülkesinde neler olup bittiğinden haberdar olmuştu; ama bayiden gazeteyi almak ayrı bir zevk ; dokunarak, sayfalarını çevirerek okumak apayrı bir zevkti. İnternette bu zevki alamıyordu işte. Hem öyle yarım saatte sayfalarını çevirip başlıklara şöyle bir göz gezdirip kenara atmazdı ki gazetesini. Gün boyu sindire sindire okurdu ana haberleri, köşe yazılarını, kültür sanat sayfasını. Hasta vizitesi başlayıncaya kadar bir yandan kahvesini yudumlar bir yandan da ana haberleri okur, geri kalan kısımları ise eve, akşama saklardı. Gazetesiz geçen bir gün düşünemiyordu. Bayinin önünde gazete, su vs. satın almak, akbil doldurmak için bekleşen birkaç kişi vardı. Gazetelerin başlıklarına göz atarak sıranın kendisine gelmesini bekledi. Gazete başlıkları her zamanki gibi pek iç açıcı değildi. Yine bir sürü gözaltı, sabaha karşı yapılan ev baskınları vardı. Bir gazete manşeti Cumhurbaşkanının ”Tutuklu gazeteciler imajımıza zarar veriyor, demokrasi standardımızı yükseltmemiz gerekir.” dediğini yazıyordu. Beş yüzü aşkın lise ve üniversite öğrencisi ise düşüncelerini söyledikleri için ağır hapis istemleriyle yargılanıyordu… Asya’nın yüreği daraldı,suratı ekşidi.Sabahki enerjisi bir anda yok olmuş gibiydi.
Gün ortasında hastalar, hasta yakınları ve öğrenciler ile dolup taşan lokantalar, kafeler sa-bahın mahmurluğunu yaşıyordu.Tek tük müşterisi olan lokantalar yoğun öğlen saatlerine ha-zırlık yapıyorlardı.Dönerler şişe takılmış, patatesler kızartılmış, çeşit çeşit yemekler hazırlan-mış,ateşe konmuştu. Lokantalardan gelen yemek kokuları birbirine karışmıştı.
Gazetesini alıp geriye dönmüştü ki Güven Pastanesinden gelen poğaça kokusu onu mıknatıs gibi içeri çekti. İki peynirli poğaça ve bir fincan çay ısmarlayıp boş masalardan birine oturdu. Garson siparişlerini getirdiğinde Asya zaman tünelinden içeriye adımını atmak üze-reydi.Poğaçalardan birini kağıt peçeteye usulca sarıp çantasına koydu. Etrafına şöyle bir göz attı. Kimse onun poğaçasını çantasına koyduğunu görmemişti. Ne kendisi ne de poğaçası kimsenin umurunda değildi. Asya, zaman tünelinde bir oyuna dalmıştı… “ Bir sıçan, iki sıçan üçüncü de yakalan ! ” bu kez yakalanan Asya olmuştu. Bezirgânbaşı Asya’yı kaptığı gibi ilk önce Behramağa İlkokulunun küçük ama şirin bahçesine oradan da 3-A şubesine fırlatmış-tı…
Sınıfın kapısı çaldığı zaman öğretmenin tahtaya yazdığı üç basamaklı çarpma, bölme işlem-leri ile cebelleşiyorduk. Ellerimiz sıranın altına gidip geliyor, parmak hesabı yaptığımızı sak-lamaya çalışıyorduk. Esma Öğretmen sürekli “Zihninizden hesaplamaya çalışın. Parmakları-nız büyük sayılara yetmeyecek. O zaman ne yapacaksınız?” diyordu. O kadar çok sayıyı zihnimizde canlandıramadığımızı, hafızamızda tutamadığımızı bilemezdi.
Öğretmenin ‘’Gel ! ’’ demesi ile kapı açıldı koca bir tepsi ile Ahmet‘in annesi içeri girdi. Şim-dilik sayıların cenderesinden kurtulmuş, derin ama duyulmayan bir oh çekmiştik. Esma Öğ-retmen, Ahmet’in annesine gülümseyerek “Hoş geldiniz Aliye Hanım, ellerinize kollarınıza sağlık.” dedi. Sonra bize dönerek ‘’Haydi çocuklar, Aliye Hanım teyzenize hoş geldiniz, deyin. Elleri ile yapıp getirdiği poğaçalar için de teşekkür edin.” dedi. Kora hâlinde “Hoş geldiniz Aliye Hanım teyzeeee, Teşekkür ederizzz!…’’ dedik. O da “Afiyet, bal şeker olsun çocuklar!” dedi. Esma Öğretmen bize dönerek “Şimdi eşyalarınızı kaldırın, beslenme çantalarınızı açın, örtülerinizi serin ve sessizce bekleyin. Aliye Hanım teyzeniz peynirli poğaçalarınızı dağıtacak.” dedi. Esma Öğretmen’in sınıf listesini eline almasıyla kalbim güm güm çarpmaya başlamıştı. Nöbet sırasının bende olduğunu biliyordum. “Asya, Asiye bugün nöbetçi sizsiniz. Göreyim sizi, dikkatli bir şekilde oyalanmadan güğümlerimizi alın getirin’’dedi. “Tamam öğretmenim!” deyip heyecanla dışarı fırladık. Büyük bir sorumluluk almıştık. Arkadaşlarımızın sütlerini, soğutmadan, dökmeden sınıfa getirmeliydik. Asiye uzun boylu, etine dolgun iri yapılıydı. Beline kadar inen, uzun, ipek gibi yumuşak, dümdüz, siyah saçları vardı. Saçlarını iki örük ya da tek örük yapar, uçlarını beyaz kurdeleli lastik tokalarla bağlardı. Kara gözleri, çakmak çakmak ışık saçardı. Esmere çalan teni pürüzsüz pırıl pırıldı. Hepimizden dört ya da beş yaş kadar büyüktü. Asiye sınıfın ablası gibiydi. Hepimizi kollar, yardıma ihtiyacımız olduğunda hızır gibi yetişirdi. Asiye’nin nöbet arkadaşım olması beni biraz olsun rahatlatmıştı;ama heyecanımı tamamen yok edememişti.
Kızlar bir çırpıda alt kata indiler. Güğümlerin önünde uzun bir kuyruk vardı. Asya içten içe Esma Öğretmen’e sitem etti. Biraz daha erken çıksalardı önlerde olacak, güğümlerini daha erken alacak, bahçede oyun oynamaya daha çok zamanları kalacaktı. Mavi önlüklü Haydar Amca ve karısı Gönül Teyze güğümleri sırayla veriyordu. Her defasında ‘’Acele etmeyin, dik-katli gidin!..” diye tembih ediyorlardı. Asya’nın aklı bir tek oyuunda değil, poğaçalarda da kalmıştı. Asiye’ye “Biz küçük sınıfız, gel öne geçelim.’’dedi. Asiye “Olmaz! Sıramızı bekleme-liyiz.” dedi. Asiye yine yapacağını yapmıştı. Asya utanmış, yüzü kızarmıştı. Kısık bir sesle “Ya bize poğaça kalmazsa ! ’’ diye mırıldandı. Asiye, “Kalır kalır, merak etme. Öğretmen hakkımızı ayırır.” dedi. Peynirli poğaça ve süt kokusu birbirine karışmış okulun her köşesine sinmişti. Beş şubelik devasa -şimdinin minik- okulunun alt katında güğümünü alan sınıfına koşuyordu…
..
Beslenme saati şölene dönüşmüş, otuz çocuklu, üç anneli koca bir aile olmuştuk. Tabii ne-reden bilecektik binmeyeceği eşeğin önüne ot koymayan bir ülkenin yardımı süt tozlarını güle oynaya tükettığimizi.. Kızlar komutan edasıyla sınıfa girdiklerinde piti kareli kenarları dantelli, ayıcıklı, kedicikli…örtüler sıralara serilmiş, nar gibi kızarmış peynirli poğaçalar dağıtılmıştı. Nihayet civciv,kelebek çiçek …figürleri ile süslü plastik bardaklara sütler döküldü. İlk yudum-lar alındı, ilk lokmalar ısırıldı. Asya’nın bardağından buharlar çıkıyordu ama poğaçası yoktu. Ne çabuk da yiyip bitirmişti. Asiye kimseye belli etmemeye çalışarak poğaçasını ikiye bölüp yarısını Asya’nın önüne koydu. “ Hadi kardeş payı yapalım “ dedi. Asya “Hakkını neden bana veriyorsun? Çok acıkmıştım hemen yedip bitirdim”dedi. Asiye “Uzatmaaa. Annem beslenme çantama sandviç de koydu. Yemezsem üzülür, hem de kızar. Hadi afiyet olsun ”dedi. As-ya’nın mavi gözleri buğulandı, minik kalbi titredi. Aklı annesine gitti. Annesi de çok güzel ha-mur işleri yapardı. “Bir poğaça, bir parça kek yetmez, acıkırsın güzel kızım.” der mutlaka ek bir yiyecek koyardı Asya’nın beslenme sepetine. Şimdi ne yapıyordu acaba? Belkide gittiği yerde çeşit çeşit hamur işleri pişiriyordu… Beslenmesini bitiren, bahçeye, “aç kapıyı be-zirgânbaşı” oynamaya koşuyordu…
Esma Öğretmen, çantasını koluna takmış tam sınıftan dışarıya çıkıyordu ki geri döndü ve sı-nıfta kalan çocuklara göz gezdirdi. Asiye her zamanki gibi sınıftaydı. “Asiye, gel güğümleri beraber götürelim” dedi Asiye coşkuyla öğretmenin yanına koştu. Öğretmenin yardımcısı olmak büyük bir onurdu. Sınıftan çıkar çıkmaz öğretmen Asiye’ye “Asiye bugünlerde bir şey dikkatimi çekiyor, bu duruma çok üzülüyorum. Kendi hakkını ikiye bölüp yarısını Asya’ya ve-riyorsun. Ama o hakkını yemiyor, beslenme sepetine koyuyor.” dedi. Asiye sustu ne diyece-ğini bilemedi. Esma Öğretmen, Asiye’nin gözlerindeki tedirginliği sezmişti. “Sanırım Asya ile ilgili özel bir durum var. Hepiniz benim evladım gibisiniz, bunu biliyorsun . Hem ben sizin ikinci anneniz değil miydim? Bir sorun varsa bunu paylaşsak birlikte çözüm bulsak daha doğru olmaz mı güzel kızım?” dedi.Asiye, “Biliyorum öğretmenim, siz hepimizin ikinci annesi gibisi-niz. Biz Asyalarla komşuyuz. Birbirimize gider geliriz. Beraber ödevlerimizi yaparız, ders çalı-şırız. Geçtiğimiz yaz polisler Asya’nın annesini ve babasını götürmüşler. Ceza vermişler. Esma Öğretmen’in nutku tutulmuştu. “Nasıl yani ! Neden ?” diye sordu. Asiye açıldıkça açıl-mış konuştukça rahatlamıştı. “Öğretmenim annemle babam konuşurlarken duydum. Kötü bir şey yapmamışlar. Sadece akıllarından geçen düşüncelerini konuştukları için ceza vermişler . Asya’nın annesi ve babası hiçbir şey çalmadılar,insan öldürmediler,yalan söylemediler. Polis amcalar neden onları hapishaneye koydular anlamıyorum.Siz kompozisyon yazdığımız za-man aklınızdan geçen düşüncelerimizi korkmadan yazın diyorsunuz . Ya polis amcalar bizi de hapishaneye koyarlarsa? Ben korktum.Bir daha aklımdan geçen her şeyi söylemeyeceğim” dedi. Esma öğretmen şaşkınlık içindeydi. Asiye’yi rahatlatması ve aydınlatması gerekiyordu ,ama nasıl gelde anlat şu küçük kıza düşünce suçunu.” Asiye ben yazdıklarınızdan dolayı size hiç kızmadım , bundan sonra da kızmayacağım .Siz aklınızdan geçenleri yazmazsanız üzülürüm.Galileo dünyanın yuıvarlak olduğunu söylediğinde ölümle tehdit edildi. Bak bugün artık bilim de insanlar da dünyanın yuvarlak olduğunu söylüyor ve buınun için kimse cezalandırılmıyor.Bütün icatlar düşünceyle doğmuştur. Aklımızdan geçen düşünceler daha güzel bir dünya içinse neden suç olsun ? Umarım bir gün kimse düşüncelerinden dolayı cezalandırılmayacak, hapsedilmeyecektir. Peki Asya kiminle kalıyor? Kim onunla ilgileniyor? ”dedi. Asiye “.Asya’nın bir kız kardeşi var biliyorsunuz. Adı Bahar. O daha dört yaşında. Onlara babaanneleri bakıyor. Melek babaanne çok yaşlı, böyle poğaçalar, kurabiyeler yapamıyor. Asya da kendi hakkını kız kardeşine götürüyor. Bahar her gün ablasını pencerede bekliyor. Asya eve gider gitmez ona poğaçasını veriyor. Sonra beraber pencerede anne ve babalarını bekliyorlar. Merak etmeyin öğretmenim biz aç kalmıyoruz ki.” dedi. Esma Öğ-retmen şaşkınlık içindeydi. Şimdiye kadar fark edemediği için kendine kızıyor, kahroluyordu. “Tühh, nasıl fark edemedim!“ diye hayıflandı. “Yarın poğaça sırası Asya’nın annesindeydi. Hiçbir şey söylemedi bana. Kim yapacak ki onun için otuz poğaçayı?”dedi. Asiye “Annem yapacak öğretmenim.” dedi. Esma Öğretmen Asiye’nin ellerinden tuttu, yanaklarından sev-giyle öptü. “Aferin benim yüreği güzel , merhametli kızım. Umarım yüreğindeki bu sevgi pınarı hiç kurumaz. Sınıfa girdiğimizde öğrencilere duyuru yapayım yarından itibaren anneler ikişer poğaça yapıp getirsinler. Şimdi bahçeye Asya’nın yanına gideyim, ellerini sıkı sıkı tutacağımı söyleyeyim.”dedi.
Güven Pastanesinin kapısı rüzgârın etkisi ile sert bir şekilde çarpınca Doktor Asya, zaman tünelinden çıktı. Saatine baktı, mesaisinin başlamasına çok az zaman kalmıştı. Çayından bir yudum bile almamış, çay buz gibi olmuştu ama peynirli poğaçanın sıcaklığı bütün bedenini, ruhunu ısıtmıştı. Son lokmasını ağzına attı, aceleyle hesabını ödedi ve hastaneye doğru yöneldi. Hastane kapısını mesken tutmuş simitçilerin çiçekçilerin arasından geçip içeriye giri-yordu ki yedi sekiz yaşlarında “Tartalım, tartalım!” diye bağıran, mavi okul önlüklü, saçları örgülü kızı fark etti. Afganistan’da kaç kilo vermişti acaba ? Belki de almıştı. “Kaça tartıyorsun küçük kız?” dedi. Kız “Bir lira abla!” dedi. Asya dayanamadı.” Okul önlüğünü giyinmişsin bu-radan okula mı gideceksin, diye sordu. Kız “Evet, abla buradan okula gideceğim.”dedi. Asya çantasından ilk önce tartı parasını çıkarıp verdi, arkasından kağıt peçeteye sarılı peynirli po-ğaçayı uzattı “Beslenme saatinde yersin. Okula geç kalma, derslerini de ihmal etme.Belki sen de doktor olursun, kim bilir.” dedi. Kızın ellerini sıkı sıkı tutmak istedi; onun ellerini sıkı sıkı sevgiyle tutan Esma Öğretmen ve arkadaşı Asiye gibi.
Yazarın Tüm Yazıları